30 Nisan 2007 Pazartesi

ALDIRMA “TÜRKİYE’M” ALDIRMA

Dün bir kez daha bu ülkede yaşıyor olmaktan gurur duydum.
Müzisyen olarak çalıştığım birçok müzikholde yıllardır aynı tereddütle çıkarım sahneye.
“Aldırma Gönül” istenirse hemen arkasından “Türkiye’m”,
“Türkiye’m” istenirse hemen arkasından “Aldırma Gönül” isteyen bir grup çıkar,
ve acaba bunlar olay çıkartır mı?
Birkaç kez de şahit oldum bu yüzden kavga çıktığına.

Dün İstanbul’un tüm caddeleri doldu taştı.
Ankara mitinginden farksız, Çağlayan’da çağladı binlerce dirilmiş, dipdiri kıta…
Kıpkırmızı Türk bayrağına boyandı yine meydanlar ve gözlerimizde yaş tükendi her “Atatürk” dendiğinde.

Modern görünümlü başı bağlı bir kadının elinde “Babanın köşkü mü ki kardeşine veriyorsun?” pankartı vardı.
Yaşlı, hacı sakallı bir dede gözünde yaş “Cumhuriyet” diyordu, “Atatürk” diyordu.
Milliyetçi Hareket Partisi bıyıklılar da vardı, İşçi Partisi pankartı da,
Mankenler de vardı, şarkıcı da, televizyoncu da, ev hanımı da, üniversite öğrencileri de.
Velhasıl say say bitmeyen bir güruh vardı ve her fikirden, her şekilden insan…

Bir taraftan “Aldırma Gönül” çaldı bir taraftan “Türkiye’m” çalıyordu bangır bangır ve eşlik ediyordu herkes tek bir ağızdan.

Yıllardır söylerim, emperyalizmin silahları tükendi.
Atom bombası ile bile yıkamadılar özüne bağlı, yürekli milletleri.
Yıllarca bölmeye çalıştılar sağ-sol, alevi-sünni ayrımcılıklarıyla kardeşleri
veya etnik kültürleri kullanmaya çalıştılar bunun için.

Bir ülkeyi yıkmanın son çaresinin ahlakını bozmak olduğunu ve
Dâhili Bedhahları kullanarak yıkabileceklerini anladılar.

Dâhili Bedhahlar belli, o işi başardılar, içeriden adam tavladılar.
Fakat iş ahlak kavramına gelince çuvalladılar.
Hiç müstemleke olmamış kalabalık bir halkı, boyunduruk altına sokmaya çalışırsan o kalabalıkta boğulur gidersin.
Boğuldular.

Laik ve demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin evlatları dün bütün ayrılıkları bir kenara atıp
hep beraber, tek ağızdan şarkı söylüyordu. Vurdumduymazlar duysun diye.

Başın öne eğilmesin
ALDIRMA”TÜRKİYE’M” ALDIRMA

28 Nisan 2007 Cumartesi

BİR GÜN MUTLAKA YALNIZ KALACAKSIN

Bir gün yalnız kalacaksın
Sırtını sıvazlayanlar çekip gidecek,
Senden çıkarı olanlar
Sen düştüğünde bakmayacak dönüp,
Umduğunu bulamayanlar karalayacak
Yerden yere vuracaklar seni.

Bir gün yalnız kalacaksın
Ellerinde dünden kalma kömür lekesi
Akşam üşümesin diye çoluk çocuk
Yaktığın sobanın is kokusu ceketinde
Sabahın köründe titreyerek
Üç kuruşa işe koşacaksın

Bir gün yalnız kalacaksın
Hayallerini onaylayıp gaz verenler
Sana birçok söz verenler
Kemirip peynirlerini kaybolacaklar.
Su verdiklerin suyunu kesecek
Dost bildiklerin yüzünü dönecek
Yüreğini anlatamamanın
Çığlıklarını atacaksın.

Birisi için birini
Diğeri için diğerini kırmadığını
Tüm bunların birikip
Senin omuzlarında hayatına mal olduğunu
Şair bile olsan
Seni dinlemeyenlere
Zaten nasıl anlatacaksın

Bir gün yalnız kalacaksın
Seni anladığını zannettiklerinin bile
Anlamadığını üzülerek göreceksin
Aslında hayat denen bu üç perdelik oyunda
Gerçeğin olmadığını fark edeceksin
Bir sürü yalan üstüne kurulu
İlişkiler silsilesi,
Kendine bile dürüst olmayan
Klişeler arkasında saklanan
Ego bekçileri
Vesairesi…

Bir gün yalnız kalacaksın
Dostların, arkadaşların,
Arkadaş sandıkların
Anlamayacak ağzından çıkanları
Bırak gözlerine yansıyanları.

Bir gün yalnız kalacaksın
Bin bir ümit yaşadığın ömrün ardında
“Ne yaptım ben?” ile
“Ne olacak şimdi?” arasına sıkışıp
Son sorunun hükmü kalmaksızın
Biraz da şanslıysan
Bir ağacın gölgesinde
Huzur bulacaksın…

Bir gün mutlaka yalnız kalacaksın….

27 Nisan 2007 Cuma

PADİŞAHIM ÇOK YAŞA

Bilirim, için titrer görmeyince yüzümü. Bilirim, sen daha bir güzel bakarsın bana herkesten. Herkesin nazarı değer de senin nazarın değmez bir de ahın tutmaz, süt hakkına. Bilirim ağlarsın gizli gizli de belli etmezsin. Hiç unutmam, ben askere giderken çok ağlamıştın da benim de yüreğimi sızlatmıştın be anam.

İşim gücüm çok bu aralar. Arayamıyorum seni farkındayım. Ev geçindirmek zor sen de bilirsin. Yıllarca bir babamın maaşıyla geçindirip evi, bir de bizi okuttunuz ya hala anlayabilmiş değilim nasıl yaptınız bu işi. Biz iki maaş zor geçiniyoruz. "Daha yıllar var büyümene, büyüyünce anlarsın..." dediğinden beri gerçekten yıllar geçti. Büyüdüm ama daha bir şey anlayamadım bu hayattan. Anlarım belki daha da büyüyünce. Umut değil miydi hep ekmek? Umutlarımız değil miydi bizi adam eden? Bir umuda bağlayıp tüm benliğimizi yaşamayı başardık bunca zaman. Kimi zaman gırtlağımıza dayandı bıçak, kimi zaman yağmur işlesin istedik iliklerimize kadar sıkıntılarımızdan kurtulabilmek için. Bağırdık, çağırdık sesimizi duyuramadık kimseye.

Geçenlerde yolun kenarında gencecik bir çocuk gördüm. Çöpleri karıştırıyordu. bir pideci kutusundan kalmış domatesleri çıkarıp yedi. Elim kolum tutuldu bir an. Koşa koşa kaçtı. Ben donup kaldım. Yanıma çağırıp iki kuruş verebilmek için bile konuşamadım. Gece rüyama girdi. Açlık adamı adam eder belki de, birileri bizim sırtımızdan geçinip baklava börek yerken nedir bu sefalet anlamıyorum. Bu ülkenin gerçeği açlık mı? İyilerin aç kalması mı? Dürüstlerin ezilmesi mi? "Çok siyasi yazılar yazma, alır götürürler..." demiştin. İnsanın yazası geliyor be anam. Birileri gerçekleri görsün diye, gencecik çocuklarının ölümüne ağlayan annelerin hayatını da yazmak gerekiyor. Yılmaz Odabaşı'nın bir yazısında okudum geçenlerde; bir yazarın işi karşı konulacak, eleştirilecek bir şey kalmayana kadar sürermiş. O kadar çok haksızlık var ki, o kadar çok mantıksızlık var ki savaşılacak. Bizim işimiz bitmez herhalde, belki bir ömür yetmez bu rezillikleri anlatmaya.

Ne kadar çok uçurum varmış meğerse bu ülkede anacığım. Kimileri kenarına mangal kurup keyfine bakıyor, kimileri dibinde boylu boyunca yatıyor; ya sevdası uğruna ya kişiliği. "Padişahım çok yaşa..." naraları bir zaman bu topraklarda atılırken aynı yalakalık sistemi, aynı çıkarcılık, aynı vurdum duymazlık, üç kuruş uğruna satılan kişilikler, yapış yapış öyle bir sinmiş ki havaya, her biri bir kürek iyilik atmış boşluğa. Uçup gitmiş iyilikler. Tüm iyilikler uçurumun ta dibinde yatıyor ya emekçileriyle ya da kader mahkumlarıyla koyun koyuna. Öyle bir sistem ki kendisinden başka her şeyi mahvediyor.

Telefonla sipariş edilen mutluluklar, uzaktan kumanda aşklar, kablosuz, kızıl ötesi ilişkiler yumağı. Mp3 formatında hayaller, wma idealler. Bir dosyadan diğer dosyaya hayat. Çaresiz teknoloji kurbanları, genetik soytarılar silsilesi. Padişahım çok yaşa...

Makaram sarı bağlar, halk söyler kendi ağlar. Çarşamba'yı sel aldı, çalıştım eller aldı. Benim sadık yarim yeşil dolardır. Türküler bile bozuldu ya sayende; padişahım çok yaşa.

Bu aralar padişahla aram iyi üzülme anne. Eskiden yazsan bunları asarlardı, o zaman da bunları yazabilmek yiğitlik isterdi belki. Ev geçindirmek yazı yazmaktan zor. Haydi şimdi de sen anlat bakalım; ev nasıl geçindirilirdi eskiden, nasıl sevdi babam seni, bu kadar aç çocuk var mıydı sizin gençliğinizde de? Yani değişti mi bir şeyler? Değişir mi? Umutlarımızı da mı attık yoksa aynı uçurumdan?

"Uçurum Hikayeleri"nden

SABAHIN SERİNLİĞİ RUHUMUZU ISITACAK

Ne buldun karanlıkta
Siyahın derinliği
Boğmadı mı seni
Uzat elini

İki kuruşluk hayatlarda
Beklentiler üç kuruşluk olmaz

Dalgalar sadece
Bu kıyıya mı vurur sanıyorsun
Karşı kıyı hep mi sakin
Fark eder mi yalnızlıkta
Üç olmuş dört olmuş saatin

Çöl karanlığına bir yıldız düşse
Güneşten daha çok aydınlatmaz mı
Kırılmadığı sürece ışık
Yalansız kalmaz mı

Bir saniye daha yaşasak
Ne anlamı var
Yüreğimizdeki yangın
Sönmedikçe

Sen uzat ellerini
Bırak karanlığın yakasını yeter
Sabaha gel
Korkma bir şeycikler olmaz
Sahibi var derler

Bilirim sessizdir
Bilirim bir nefes duman
Bin bir dert savarmış görünür
Orta yerinde gecenin

Bir de çiçeğin rengini görmeyi dene
Bir nefes almayı biberiyeden
Bir ağaç kabuğunu okşa
Bak nasıl dayanıyor
Bak nelerle uğraşıyor

Sen bir sabah da uyuma
Gözlerinden aksa da
Çık kapının önüne
Yalın ayak olsun sorun değil
Bir nefes al
Yepyeni günün serinliğinden
Bırak aksın hayat
Takma kafana
Ruhunu aydınlatırsan
Her düğüm, sonunda
Çözülür kendiliğinden…

VURDUMDUYMAZLAR… YURDUM, DUYMAZLAR…

Zamanında bir Türk büyüğünün!!! dediği gibi:
“Yürümekle yollaaa aşınmaz…”
Baktık aşınmamış.

Biraz onuru olan bu sel karşısında çeker gider.
Biraz onuru olan anlar ne demek istendiğini.

Onur cepleri olmuş.
Onur yatları katları Amerikalı bebelerine aldıkları kayıkları!!! olmuş.
Bu ülkede bir kuruşları varsa namerdim.
En ufak bir sallantıda terk eder giderler çünkü mal varlıkları dışarıda.

Monopoly oynuyorlar.
“O caddeyi aldım, bu fabrikayı sattım,
Şu mahalle senin, bu mahalle benim.
Al bakalım gir kodese. Çık şimdi yola devam.
Atsana oğlum zarları sıra sende…
Hoop düşeş… İki katı oynayacaksın.
Aman bunu sevmedim Amiral Battı oynayalım…”
Oyun oyuyorlar oyun.

Ne memleketin geleceği umurlarında, ne çoluk ne çocuk.
Çeker giderler, yangın olsa yorganları mı var içeride?

Olsun yürümeye devam.
Yollar aşınıncaya kadar, tabanlar aşınıncaya kadar.
Yürümeye devam, Atam rahat uyuyuncaya kadar.

Cumhuriyet oyun değildir.
Cumhuriyet sadece bir rejim de değildir.
Asalettir, yaşam biçimidir.
Cumhur’la oyun olmaz.

Türk milletini salak sanıyorlar.
Biz bağırırız, biz yürürüz.
Bunlar vurdumduymazlar,
Üzülme yurdum, duymazlar.
Ama biz duyurmasını biliriz.
Biz destanlar yazmış bir neslin çocuklarıyız,
Kanımızı biliriz.
Hep bildik…