22 Haziran 2007 Cuma

GÜNEŞİN KRALI

Buyrun sizlere bir hafta sonu hikayesi. "Uçurum Hikayeleri" kitabımdan.
Güzel bir hafta sonu dilerim.

Koray Sıpçıkoğlu
*************


GÜNEŞİN KRALI

Tarlanın diğer ucundaki tepenin, Karabaht Vadisi'ne bakan tarafındaki "UÇ"urumdan "UÇ"tu, "Güneşi tutacağım" diyerek. Köyün delisi miydi? Değil. Fırtınalı gecelerde sokakta uyumak o kadar canını yakmıştı ki, o kadar çatlamıştı ki elleri Körtalih Köyü'nün gecelerinin ayazından, o kadar bu köyün adamı olduğu belliydi ki talihinden; gitti, hem de uçarak.

Yanlışlıkla Servet Ağa ayağına takılıp da düşenden beri almamışlardı köy kahvesine. Oysa ne güzeldi kahvedeki soba başında muhabbetler. Hele bir de iki kuruş varsa elde avuçta; bir simit, iki tavşan kanı çay vay anam vay..Yıllarca köyün bütün davarını o çekip götürmüştü ardı sıra özgürlüğe. Davarlara özgürlük türküleri söylemek bile ayrı bir delilik sayılırken köyde, varsın deli desinler tüm türküleri ezberlemiş bir de üstüne kendisi türküler dizmişti özgürlük yollarında. Sadece özgürlük mü? Sevdaya da, aşka da, yalnızlığa da, hatta rahmetli babası kendisine karşı geldi diye, Servet Ağa'nın yıllar önce yaktığı tek göz evlerinin bahçesindeki kırmızı erik ağacına bile türkü yakmıştı.

Bir baş ağrısıdır gidiyordu son zamanlarda. Oysa alışmıştı da soğukta uyumaya. Bu sene de kış çok sert geçmişti. Muhallebicinin kızı Şükriye'yi hayal ederek uyumaya çalışmıştı, eski arkadaşı şimdi yüzüne bile bakmayan Hasan gilin ahırının yan tarafında bir çukurda.Çukurun dibine naylon sermiş, üstünü de samanla kapatmıştı. Üç gece önce yağan kar sabah kalktığında kemiklerini sızlatıyordu. Şükriye bile kar etmemişti bu sefer. İliklerine kadar donmuştu. Bakkal Şevket'in oğlu gizli gizli bir bardak çayla biraz şeker vermeseydi, herhalde üç gün önce kavuşacaktı anasıyla babasına.

..............................................

Karabaht Vadisi memleketin adını ad yapan vadiydi. Körtalih Köyü kışların en soğuk geçtiğinin kıpkırmızı noktasıydı koskoca meteoroloji haritasında bile. Kırmızı noktalı masmavi bir buz soğukluğu, apaçık gökyüzünde tüyler ürperten ayazlardı özelliği. Güneş hiçbir yerden bu kadar net görünmez, lakin hiçbir yerde de bu kadar az ısıtmazdı. Sobaya yaklaşan eller gibi, güneşe doğru ellerini kaldırırdı insanlar bir parça ısınsın parmak uçları diye, nafile.

"Dünya'nın en yalancı kahpesi...." derdi Salih Usta. "Gösterir de vermez yıllardır, biri bir gün uğruna gidecek ya hayırlısı..."

...............................................

Şükriye güneşten daha güzel, Şükriye güneşten daha parlak, Şükriye rüyaların kadını. Her gece önce hayal eder, sonra rüyalarında görürdü Şükriye'yi de, her sabah şeytana uymuş uyanırdı. "Akşam olur karanlığa kalırsın / Derin derin sevdalara dalarsın / Oy gelin gelin / Sevdalı gelin öldürdün beni" . Türkü gibi yaralar açıldı önca ellerinde. Yüreğini göremezdik. Bir umuttu türkü, bir kaçış "Öten bülbül senin yuvan mı yoktur / Yoksa benim gibi derdin mi çoktur / Oy gelin gelin / Sevdalı gelin / Öldürdün beni." Kendi de türkü olmuştu. Sazın bam teli gibi gerilen yürekte soğuğun acısı. "Beni duyup yad ellere varırsan / Sana zulüm bana ölüm değil mi / Oy gelin sevdalı gelin öldürdün beni." Zulüm de ölümde dünyada var. Sevda her yerde. Ölünce de seversin, belki cehennem ateşine bile dayanır sevdalı yürek. Soğuktan donmaktansa, sevdanın da ısısıyla cehennemde yanmak fikri hiç de fena gelmiyordu kulağa. Her gece Şükriye uğruna şeytana uyulunca her sabah Kıçdonduran Deresi'nde yunmak yerine cehennemde cayır cayır yanmak fikri...

"Uçurumun kenarına tahta bir çit gerelim, çoluk çocuk bir şey gelir başına......." deyince Ahret Kahya

"Yok ulen..." dedi Servet Ağa. "Biz de buralarda büyüdük bize bir şey oldu mu? Akıllı adam bebe de olsa kollar kendini. Yasaklarız o tarafa gitmeyi olur biter." dedi. Yani dediğinden beri, ki dediği dedik bu ağanın herkes bilir falakasının tadını, köyün Karabaht Vadisi'ne bakan tarafına gitmek yasaktı.

Soğuktan elleri, yüreği parça parça koştu uçuruma doğru. Karabaht Vadisi ayaklarının altındaydı. Bir türkü dilinde kaşık çalar gibi el şıklatarak gidiyordu. "Çiçekler ekiliyor güzelim haydı haydı / Bahçaya dikiliyor aman nideyim nasıl edeyim / Sen orada ben burda güzelim haydı haydı / Böyle zor çekiliyor aman nidelim nasıl edelim / Gel yanıma sevdiğim bize gidelim." Sanki gelecekti çağırınca Şükriye kendisiyle. "Bahçada gül ağacı güzelim haydı haydı / Dibinde iki bacı aman nideyim nasıl edeyim / Sinemdeki yaranın güzelim haydı haydı / Sen olasın ilacı aman nidelim nasıl edelim / Gel yanıma sevdiğim bize gidelim." Sıcacık Şükriye güneş gibi. Sıcacık eder yüreğini cehennem ateşi bile olsa. Şükriye güneş gibi, ama Körtalih Köyü'ne doğan güneş gibi. Muhallebisini yemiş uyuyor evinde kalçasında bir eli, eklemleri terlemiş, aklında Servet Ağa'nın oğluyla Servet Ağa'ya ait, köyün tek traktörünün arkası kapalı römorkunda yediği nanelerden aldığı akıl almaz keyif.. Pırıl pırıl Şükriye, Körtalih Köyü'ne doğan güneş kadar kahpe.

"Güneşi tutacağııım...." diye bağırarak koştu Karabaht Vadisine bakan "UÇ"urumun "UÇ"una. Bir tek Bakkal Şevket' in oğlu gördü. "Duuur abi duuur nereyeee..."diye bağırdı.

"Gidiyom.." dedi. "Güneşi tutacam ben, Şükriye'me gidiyom, cehennemde yanmaya gidiyom."

"Ağabey yasak oralara gitmek... Servet Ağa yasakladı..."

"Kıçımı yesin Servet Ağa, söyle ona bundan sonra ben Güneş Kralı'yım ve bu köyde istediğimi ısıtıp istediğimi donduracağım, sen hiç üşümeyeceksin Hasret, korkma..." dedi.

"UÇ"tu Karabaht Vadisi'ne kolları güneşe uzanarak yere çakılana kadar. Yere çakılıp çakılmadığı da bir muamma, kimse bulamadı cesedini. Deli miydi? Değil. Belki de en akıllısıydı köyün. Hep yaptığı gibi yakışanı yaptı. Karabaht'a da, Körtalih'e de. Babası RAsim ve annesi RAbia'ya.Gerçekten soğuktan iliklerine donarak işlenmiş bir yazgıyı, güneşin kralı olarak bozdu RAmazan.

Koray Sıpçıkoğlu "Uçurum Hikayeleri"nden...

8 Haziran 2007 Cuma

OLAĞANALTI, REZİL, ACİZ HAL BÖLGESİ

Yine üç il olağanüstü hal bölgesi ilan edildi.

“Olağanüstü” sıfatının Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde anlamı:
1- Alışılmıştan, benzerlerinden farklı olan, fevkalade.
2- Beklenmedik bir zamanda yapılan, önceden tasarlanmamış olan, fevkalade.
3- Büyük bir hayranlığa yol açan, harikulade.

“Olağanüstü hâl” birleşik sözünün anlamı da:
Sıkıyönetimden önce, sonra veya bundan tamamen bağımsız olarak kanunla belirtilen olağanüstü yetkilerin sivil yönetime verilmesi ve kullanılması durumu, olarak belirtilmektedir.

Doğu ve Güneydoğu’da olağan hâl, pek görülmüş bir durum olmadı hiçbir zaman.
Kim neyin peşindedir bu da adam gibi açıklanamadı taht korkularından.
Hele şimdi, seçim arifesinde, taht sahiplerinin yorumsuz kalmaları;
bölgede gündüz tarlada gece dağdaki oyları kaybetmemek için olsa gerek.

Şehit ailelerinin yürekleri cayır cayır yanarken birileri kozmik dairede poposunun üzerine oturup 38 saat seçmen listesi hazırlamak için vakit harcıyor, bunu da marifetmiş gibi açıklıyor.

Memleketin Şark’ında yine aynı şarkı söyleniyor mermiler arasında, yine aynı ağıt yakılıyor üzerine.

Memleketin üç kenti “Olağanüstü hâl” ilan ediliyor. Neresi olağanüstü ise?
Alışılmıştan, benzerlerinden farklı bir durum olduğu doğru ama fevkalade değil.
Beklenmedik bir zamanda yapıldığı doğru ama önceden tasarlandığı ortada ve yine fevkalade falan değil.
Büyük bir hayranlığa yol açmayacak kadar büyük bir hayvanlık olduğu ise aşikar ve harikulade falan hiç değil.
Yani terörün bizim sözlükteki “olağanüstü” kelimesiyle uzaktan yakından alakası yok.

“Olağanüstü hâl” birleşik sözcüğündeki tanımın ise tekrar tekrar okunması ve tekrar yazılması şart olmuş.
Tanımdaki hangi sivil yönetim ve hangi yetki kısmını hukukçularımız en güzel şekilde açıklayacaktır sanırım.

Partisine siyasetçi ararken: “Çünkü ben, en mükemmel varlık olan insanın hiç bir tanesine kalkıp da adeta yani piyasadaki bir manken gibi bakamam. Çünkü ben manken aramıyorum, ben siyasetçi arıyorum, özellikle derinliği olan.” diyen beyefendi, bu en mükemmel varlık olan insanın daha körpecik, gencecik, aslan gibi, koç gibisinden Tunceli’de 7, Siirt’te 3’ü şehit olduğunda partisindeki mankenler ne yapıyordu merak içindeyim.

Bu hâl olağanüstü falan olamaz. Bu hâl olsa olsa aciz bir hâldir ve olağanın da altında rezil bir durumdur.

Bu işin çözülmesi lazımdır.

Mankenleri falan işe karıştırmadan, adam gibi siyasetçilerle çözülmesi lazımdır.

Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi yan gelip yatma yeri değildir.

1 Haziran 2007 Cuma

İBO URFA’DAN BAĞIMSIZ ADAY

İbo: Leydiiis end centılmınıııııı…..Ağrı Dağı eteğindeeee….

Başkan: Sayın Tatlıses, Türkiye büyük Millet Meclisi kürsüsünde olduğunuzu hatırlayın lütfen…

İbo: Pardone miii hörmetler başkan bey…Sayın milletvekilleri şimdi beeen…beeeennn.. Aydemir neredesin yahu..Lahmacunlar geldi mi?

Aydemir Akbaş: Geldi geldi dağıttırıyorum çocuklara sen konuşmanı yap..

İbo: Saygılarımı sunarım.. Sevgili dinleyicilerim, pardon milletvekilleri, beeeeeen bugün sizlere lahmacun ve çiğ köftenin gayri safi milli hasıladaki yeri üzerine bir konuşma şeettirecektim.. Ne demiş büyüklerimiz ne kadar money o kadar çiğ köfte, ama olay bu değildir efendim, sayın Bülent Hanım kardeşimiz hakkımızda beyanda bulunuyor, beni hukukçularla karşı karşıya getiriyor. Al bakalım şimdi dokunulmazlığımız var, Büleeeent Büleeent ayağını denk alll. Aydemir lahmacun ver..

Aydemir Akbaş: Yahu İbrahim konuşmanı yap sonra yersin. Bu arada şu sarışın milletvekili de fena değilmiş ha yapsana bana..Bir film çekeriz aganigi falan haaa…

İbo: Ben iyi adamım, kötü adam değilim…Örneğin ne zaman Cem Uzan konuşsa ağlarım ben.. Bizim oralarda Okusford yoktu ki okuyamadık biz. Allah’tan okuyamadık da bak koç gibi milletvekili olduk.

Başkan: Konuya gelelim İbrahim Bey…

İbo: Geliyorum efendim. Merinostur halımız merinos ince narin allaah allaaaah… Lan o reklamdı değil mi? He vallahi de billahi de bakın şimdi çiğ köfte yaparken isotun hasını kullanmazsanız afedersiniz basur olursunuz. Bence Urfa başkent olsun, isot diyarı hem bi sürü de peygamber çıkmış. İnan olsun benim büyüdüğüm mağaranın dibinde hazreti Seyfullah efendinin haceti kurumuş hala durur…

Başkan: İbrahim bey son iki dakika…

İbo: Anladım efendim… Çigodi digodi yapma diyorsunuz yani… Şimdi benim küçük oğlan işlerin başına geçti. Yakında ona bir genel müdürlük ayarlayacaz tabii. Benim yeğenim çok o yüzden hakkımda konuşurken milletvekilleri dikkat etsin..Hayır kocaman delikanlı oldular söz geçiremiyorum. Büleeeent Bülent bak ben iyi adamım haaa kötü adam değilim ama artık kimsenin kadim dostu falan da değilim, dikkatli ollll. Benden sonra kürsüye Didem çıksın size bi kıvırtsın şöyle maşallah maaaşallaaah yavrum benim… Asena gibi olmasa da fena değil zam yapacam ona. Zaten ne kazanıyoruz şurada üç kuruş milletvekili maaşına devam. Ayrıca bu sene yeni bir kanun çıkaralım sayın milletvekilleri erövizyona ben gitmek istiyorum. Seneye de UEFA’ya katılacam….

Başkan: İbrahim bey son beş saniye…

İbo: Hörmet ederim sayın başkan… Van, tuuu, triii, foroooooooo….