16 Mart 2010 Salı

“KÖR OLASIN DEMİYORUM, KÖR OLMA DA GÖR BENİ...”

Körlük sözlükte “Fiziksel veya psikolojik nedenlerden dolayı görme yeteneğinden engelli olmak durumuna verilen ad” olarak açıklanmakta.

İlk yazı için iç karartıcı bir konu olsa da, körlüğün gerçek aydınlığa uzanabilen pencere olduğuna, yürekleri ile çoğumuzdan daha iyi görebilen dostlarım sayesinde birçok kereler şahit oldum ve işte bu nedenledir yazımızın giriş konusunun kimilerinin, kelimeleri yumuşatmak gerçek anlamını hafifletiyormuşçasına, “görme engelli” dediği körler, daha doğrusu körlük olması.

Aynı sözlükte körlüğün nedenleri olarak; kazalar, hastalıklar, gensel nedenler ve zehirlenme sıralanmış. Açıkçası bizleri işin tıbbi yanı pek fazla ilgilendirmiyor, zira asıl körlüğün görmemek değil umursamamak olduğudur bu yazıyı yazanın fikri . Tabii ki bu oldukça edebi ve duygusal bir yaklaşım. Kelimelere yara kanattırmaktansa, duygusal yaklaşımlarla ilaç olmaya çalışmak ve kaybettiğimiz/kaybettirildiğimiz “kendi”lerimizi kelimelerden ördüğümüz sıcacık battaniyelerin bir köşesine dokunmuş hayat motifinde bulmaya çalışmak daha keyifli.

Sözlük taramaya biraz devam edersek körlükten bahsedebilen bu sözlüğün “bakmak” ve “görmek” kelimeleri ile ilgili henüz bir başlık açmadığına şahit oluyoruz. İşte bu noktada körlüğün genetik olarak nesilllere aktarımı özelliği karşımızda simsiyah bir aydınlık oluşturuyor.

Heredot’a göre Yunanistan’dan gelen Megaralılar M.Ö. 680 yılında Marmara Denizi’ni aşar ve İstanbul’a ulaşırlar. Bugün Kadıköy adını verdiğimiz bölgede – bir dönem adı Kalkedonya - “Halkedon” adında bir kent kurarlar. Daha sonra gelip daha güzel olan Sarayburnu’na yerleşen grup, ilk grubu körlükle suçlar. İşin en ilginç yanı ise burası. “Körler Ülkesi” olarak da anılan Halkedon’un halkı tarımla uğraşmakta. Yani A.B. kriterlerine uymadığı bahanesi ile sırf tohum ithal edilsin ve birileri ceplerini doldursun diye günümüzde kanayan yaralarımızdan biri olan tarım. Tohumlara göz göz emek isteyen tarım. Büyük ihtimalle aynı coğrafyada ikamet etmiş halkların birbirinden en büyük farkıdır Megaralılar’ın görmesi bizim ise sadece bakıp geçmemiz, “Türkiye” körler ülkesi anlamına gelmese de. Genetik olan kelime olmalı ki teşbihte hata olmasın, velhasıl halkların suçu yok.

Bilmeden babası Laios’u öldüren, yine bilmeden öz annesi İokaste ile evlenip iki kız iki de erkek çocuk sahibi olan Thebai kentini kralı Oidipus, gerçekleri öğrenince gözlerine mil çekerek adını kör kral olarak ucu yanık sayfalara yazdırmış ve onuruyla kendini karanlıklar denizine fırlatmışsa da, göz göre göre tüm bir halkı körebe oynamaya itenler gurursuzluklarını tarihe karşı nasıl açıklayacaklar bilinmez.

Bir İngiliz atasözü körler ülkesinde tek gözlü adamın kral olduğunu ifade eder. Tek gözü kör bir kedi ise edebiyatımızda Mehmet Fidan’ın şiiri ile karşımıza çıkmakta.


“Kediler dokuz canlıdır
ilk intiharlarında; sol gözlerini kaybederler
bu yüzden
bir gözü kör kedilere tuhaf
bir yakınlık duyarım. Bir çoğu
ondan sonra bir daha intihara kalkışmazlar
ama iki gözü de kör olan bir kedi besliyorum.

Ve masanın ayağına çarptığında
kedime gülenleri
bir daha evime almıyorum.”

İşte bu noktada allak bullak oluyor insan. Tek gözlü adamın kral olması bir intiharın sonucu mudur acaba? Ve kim ister tek gözlü bir kral olmayı, görebilen bir soytarı olmak şansı elindeyken?

Göremeyenlerin bir bahanesi vardır en azından hayatı görsel anlamda yorumlayamamak hakkında. Ya görenler? Olayları işlerine geldiğince yorumlayanlar? Onların bahanesi nedir ki?

Gelelim bakmak ve görmek arasındaki farka. Bakmak duyunun gereksiz sarfiyatı olsa gerek. Beyninin kıvrımlarını yormaya müsait olanlar bakma tembelliği yerine görme çalışkanlığını seçiyor. Seçiyor ama acı çekmeyi de kabulleniyor. Gören insan kış soğuğunda, yol kenarında oturan yaşlı ve kimsesiz birine yeni aldığı ceketi veren, tek ceketi olduğu için veremese bile bir gün tüm üşüyen kimsesizlere ceket dağıtabilen biri olmayı hayal edendir. Bakanlar ise geçer giderler kendi yollarına tüm umursamazlıkları ile.. “Resimdeki gerçekten balık mıdır yoksa o zaten bir resim midir?”in ayırdına varamayan gözlere dili veya kalemi yormak neye yarar ki?

Belki de bu yüzdendir halkın memleketi yönetme görevi verdiği bir kısım zât-ı muhtereme “bakan” dememiz. Ne kadar güzel olurdu “falan filandan sorumlu devlet bakanı” yerine “felan feşmekandan sorumlu devlet göreni” tabirinin kullanılabilmesi. Ray Charles’ın Amerika Başkanı, Aşık Veysel’in de en az bir dönem Türkiye Cumhuriyeti başbakanı olması neler neler değiştirirdi kim bilir dünya tarihinde?

Görmekten yorulanları körlüğe davet edebilecek bir şiiri var ki Nazım Usta’nın, satır aralarında kimilerine bir parça sitem taşıyan bu ilk yazıyı tatlandırsın diye sona ekleyiverdik.

Bir sonraki, aklımıza takılanları paylaşacağımız yazıya kadar göz eriminizde güller açsın. Kör kedinize gülenleri evlerinizden kovmabilmeniz için mürekkebimizin ışığı hepinizin aydınlığı olsun...Sevgiyle kalın....


“Kör olmak ne iyi şeydir,
ne güzeldir sevmek karanlığı.
Ne yalın bir kılıç gibi bir ışık
ne renklerin ağırlığı
ve ne şekillerin kalabalığı..
Ne güzeldir sevmek karanlığı..

Kör olmak ne iyi şeydir.
Kapalı gözleriniz
çevrili içinize,
kıyısında oturup bakarsınız
içinizde dalgalanan denize.
Kapalı gözleriniz çevrili içinize..

Kör olmak ne iyi şeydir.
Körlerdir ki yalnız
kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.
Ne kimseye kendi gözlerinden verirler
ne kimsenin gözlerinden alırlar.
Körlerdir ki yalnız
kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.

Ne güzeldir sevmek karanlığı.
Karanlık allah gibidir ve tek başınadır.
Karanlık ölüm gibidir
rengi yok
ahengi yok
dengi yoktur karanlığın.

Dağıtın yanınızdan sopalarınızla
karanlığın peygamberleri, körler,
kalabalığı..
Kör olmak ne iyi şeydir
ve ne güzeldir sevmek karanlığı.”.

koraysipcikoglu@gmail.com
www.koraysipcikoglu.com

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Etkileyici......Bilseydim sözcükleri bu denli iyi kullandığını lisede okurken edebiyet ödevlerimi sana yaptırırdım...:)))